Choose Your Color

Kazâ Namazı

Alimler Meclisi

Kazâ Namazı

Kazâ Namazı

  • 2024-03-22 16:21:09
  • Yediulya

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bir namazı vaktinde kılmaya “edâ”; vaktinden sonra kılmaya “kazâ” denirken, vaktinde kılınmamış olan namaza da “fâite” ismi verilir.[1] Edâ, emredilen amelin bizzat kendisinin yerine getirilmesi; kazâ ise bu amelin mislinin, benzerinin yerine getirilmesidir. Namazı emredilen vaktinde kılan edâ; vakti çıktıktan sonra kılan ise kazâ etmiş olur.[2]

Muhakkak ki Allah Teâlâ hiçbir kuluna vüs’atinin, güç ve kapasitesinin üzerinde bir sorumluluk yüklemez.[3]Allah Teâlâ sizin için dinde bir zorluk kılmamıştır.[4]O (sav), onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, temiz olan şeyleri helâl kılar, pis olan şeyleri haram kılar, yüklerini indirir.[5] âyet-i kerîmeleri İslâm dîninde zorlukların kaldırılması ilkesine delîldir. Hz. Peygamber (sav) vaktinde kılamadığı namazları kazâ etmiş ve ashâbına da kazâ etmelerini şu şekilde tavsiye buyurmuştur: “Kim namazı unutur veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın. Onun keffâreti ancak budur.[6]Biriniz uyku veya gaflet sebebiyle namazını ihmâl ederse hatırlayınca kılsın. Zîrâ Allah Teâlâ ‘Namazı beni anmak için kıl’ buyurur.[7] Ashâb-ı Kiram’dan Câbir b. Abdullâh’ın şöyle söylediği rivâyet edilmiştir: “Hendek savaşı günü güneş battıktan sonra Hz. Ömer, Rasûlullâh’ın (sav) huzûruna geldi ve Kureyş kâfirlerine kızgınlığını ifâde ederek şöyle dedi: ‘Yâ Rasûlallah! Neredeyse güneş battı ve ben hâlâ ikindi namazını kılamadım.’ Sevgili Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: ‘Vallâhi ben de kılamadım.’ Sonra Buthân denilen yerde konakladık. Rasûlullah (sav) namaz için abdest aldı, biz de abdest aldık. Güneş battıktan sonra önce ikindi sonra akşam namazını kıldırdı.”[8] Ayrıca Hayber Fethi’nden dönerken, konakladıkları yerde uyuyakalmaları sebebiyle vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kazâ ettikleri rivâyet olunmuştur.[9]

Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazların kazâsı farz; vitir namazının kazâsı ise vâciptir. Başlanıldıktan sonra terkedilen bir sünnet ve nâfile namazın kazâsı gereklidir.[10]

Kazâya kalmış namazları kılmak, nâfile namaz kılmaktan çok daha ehemmiyetli ve çok daha uygundur. Nitekim kazâya kalmış namazların ilk fırsatta kazâ edilmesi esastır. Fakat Hanefî mezhebine göre beş vakit namazın sünnetleri, teheccüd, kuşluk, tesbîh, tahiyyetü’l-mescid ve evvâbin namazı bundan müstesnâdır. Yâni bu sünnet ve nâfileler, kazâ namazları için terk edilmezler.[11]

Kılınmayan sünnetler vakit çıktıktan sonra kazâ edilmez. Ancak vaktinde kılınmayan sabah namazı, aynı gün güneşin zevâlinden önce kazâ edildiğinde sünneti ile birlikte kazâ edilir.[12] Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) kılamadığı bir sabah namazını öğleden önce kazâ ederken, sünnetiyle birlikte kazâ etmiştir[13]. Bir de öğle namazında cemâate yetişmek için sünneti kılmadan farza başlayan kişi, farzı kıldıktan sonra kılmadığı ilk sünneti de kılar. Bunu, son sünnetten önce kılabileceği gibi sonra da kılabilir.

Özürsüz olarak namazı geciktirmek büyük günahtır. Bir namazın kazâsı yerine getirildikten sonra bir de geciktirildiği için tevbe etmek gerekir. Çünkü kazâ edildiğinde azaptan kurtulmuş olunur. Ancak geriye geciktirmenin günâhı kalır.[14]Günah, naslarla (âyet ve hadislerle) vârid olan ibâdeti kasten yerine getirmemek ve vaktini geciktirerek terketmek sebebiyledir. Vaktin çıkmasıyla namaz ve oruç mükellefiyeti sâkıt (düşmüş) olmaz.[15]

Kazâ namazına, kazâya kalan ilk veya son filan namazı kılmaya diye niyet edilir. Kazâ namazlarının evde kılınması daha uygundur. Çünkü günahları örtmek ve teşhîr etmemek gerekir.[16] Namaz ve oruç arasında, bedenle yapılan ibâdet olma yönünden benzerlik vardır. Kulun kaçırdığı bir ibâdete pişmân olup tevbe etmesi bundan başkasına gücü yetmediği zaman mevzu bahis olabilir. Oruç tutamayacak kimselerin fidye vermeleri, oruç tutmaya güç yetiremedikleri için vâciptir. Namaz vaktini kaçıranların da namazı kazâ etmeleri aynı mânâyı taşımaktadır.[17] Ramazan’da oruç olduğunu bile bile hanımıyla cima ederek orucunu bozan kimseye Resûl-i Ekrem’in (sav) hem keffâreti hem de o günkü orucun kazâsını emretmesi bir farz ibâdetin kasıtlı olarak terk edilmesi durumunda da kazâsının gerektiğine delîldir.[18] Müslüman bir ülkede yaşayan ancak dînî hassâsiyeti olmayan âilede ve ortamda büyümüş, ömrünün belirli kısmını günahla geçirmiş, hiç namaz kılmamış; ancak daha sonra nasûh tevbe ile doğru yola yönelmiş kimseler için kazâ namazı bir ümit niteliğindedir.

Sonuç

  1. Allah Teâlâ hiçbir kuluna gücünün üzerinde bir sorumluluk yüklemez.
  2. Rasûlüllah (sav) ve Ashâb-ı Kiram kazâ namazı kılmışlardır.
  3. Namazı edâ etmeyi gerektiren delil kazâ etmeyi de gerektirir.
  4. Müctehid imamlarımız kazâ namazının meşrûiyeti husûsunda ittifâk etmişlerdir.
  5. Namaz vaktinin kasden geciktirilmesi günahtır. Bu durum küfrü gerektirmediği gibi daha sonra kazâ edilmeyeceği sonucunu da gerektirmez.
  6. Allah Teâlâ’ya yakınlık kesbetmek için özellikle zikri geçen sünnet namazların -kazâ namazı borcu bulunsa bile- terki doğru olmaz.
  7. Kabûl mercii Cenâb-ı Hakk’tır. Kullarının yerine getireceği her türlü ibâdetin değerini O (cc) belirler.

Hamd olsun Âlemlerin Rabbi Olan Allâh'a (cc).

Dipnotlar

[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, (İstanbul: Bilmen Yayınevi, y.t. yok), 163.

[2] Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsâ ed-Debûsî el-Hanefî, Takvîmu’l-Edille fî Usûli’l-Fıkh, thk. Halîl Muhyiddin Mîs, (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2001), 87.

[3] Bakara, 2/286.

[4] Hac, 22/78.

[5] A‘râf, 7/157.

[6] Buhârî, “Mevâkîtü’s-salât”, 36 (572); Müslim, ”Mesâcid”, 315 (684).

[7] Müslim, “Mesâcid”, 316 (684).

[8] Buhârî, “Mevâkîtü’s-salât”, 37 (573).

[9] Müslim, “Mesâcid”, 309 (680).

[10] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali,163.

[11] Fetâva’l-ʿÂlemgiriyye = el-Fetâva’l-Hindiyye (Bulak: Matbaʿatu’l-Kubrâ el-Emîriyye, 1310), 1/125.

[12] Abdullah b. Mahmûd el-Mevsılî, el-İḫtiyâr li-taʿlîli’l-Muḫtâr (nşr. Ali Abdülhamîd Ebü’l-Hayr – M. Vehbî Süleyman), Beyrut 1419/1998, I, 65.

[13] Suleymân b. el-Eşʿas̱ es-Sicistânî Ebû Dâvûd, Sünenü Ebî Dâvûd, thk. Muḥammed Muḥyiddîn ʿAbdulḥamîd (Beyrut: el-Mektebetu’l-ʿAṣriyye, ts.) Salât, 11 [437-438,443-444].

[14] Muhammed Emîn İbn Âbidin, Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1966), 2/62.

[15] Sa’duddin Mesûd b. Ömer et-Teftâzânî, et-Telvîh ale't-Tazîh li-metni't-Tenkîh fî Usûli'l-fıkh, (Beyrut: Dâru'l-Kütübi'l-ilmiyye,1957), 1/312.

[16] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 166.

[17] Debûsî, Takvîmu’l-edille, 92.

[18] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, thk. Şuayb el-Arnavut - Âdil Mürşid, (Beyrut: Müessesetü‘r-Risâle, 2001), 11/532 (6944-6945).

Paylaş: