Choose Your Color

TESETTÜR FEVRÎ; ÂCİLEN YERİNE GETİRİLMESİ GEREKEN BİR EMİRDİR

Akaid - Tefsir

TESETTÜR FEVRÎ; ÂCİLEN YERİNE GETİRİLMESİ GEREKEN BİR EMİRDİR

TESETTÜR FEVRÎ; ÂCİLEN YERİNE GETİRİLMESİ GEREKEN BİR EMİRDİR

  • 2021-01-03 23:01:29
  • Yediulya

Fevrîlikten kastedilen, örtünmenin hayâtın uzunluk alanının geç dönemlerine sarkıtılmamasıdır. Çünkü hiçbir kimse ne zaman öleceğini bilemez. ‘Kırktan veya elliden sonra örtünürüm.’ diye hesap yapmak Müslümanlığının farkında olan bir kimsenin yapmaması gereken bir davranıştır. Unutmayalım ki ecelle ilgili yapılan hesaplar hiçbir zaman tutmaz. Nitekim başörtüsünü emreden şu âyet geldiğinde; “Mü’min kadınlara da gözlerini haramdan sakınmalarını ve nâmuslarını korumalarını söyle! Görünmesi zorunlu olanlar dışında, ziynetlerini teşhîr etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Kocaları, babaları, kayınpederleri, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mü’min kadınlar, ellerinin altında bulunanlar; erkeklerden, âilenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi ve tâbî kimseler yâhud henüz kadınların gizli kadınlık özelliklerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hep birden Allâh’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”1Müslüman hanımlar hemen örtünmüşlerdir. Mü’mine hanımların bu ilâhî emri yerine getirmekteki süratli davranışlarını Hz. Ayşe şöyle haber vermiştir: “Allah, Ensâr’ın kadınlarına merhamet etsin. Örtünmeyle ilgili Nûr Sûresi’ndeki âyet geldikten sonra hemen evlerindeki örtüleri parçalayıp başörtüsü yaptılar ve onlarla başlarını örttüler.”2 Bunun bir benzeri de Ümmü Seleme annemizden Ahzab Sûresi’nin 59. âyetiyle alâkalı rivâyet edilmiştir.3 Öyle ki Allah Rasûlü sabah namazını kıldırdığında örtülerine sarılan kadınlar alaca karanlıkta kimse tarafından tanınmazmış.4 Bu uygulama, Ensâr kadınlarının örtünme emri karşısındaki ciddî tutumlarını ve ânında Allâh’ın emrini yerine getirişlerini gösterir.

Hz. Peygamber (sav), başörtüsünün fevrî/âcilen yerine getirmekle alâkalı bir emir oluşunun en güzel örneklerinden birisini Hz. Ayşe’nin yanında vermiştir. “Rasûlullah, Hz. Ayşe’nin yanına vardığında onun berâberinde bir kız çocuğu görmüştür. Kızın ergenlik yaşına gelip gelmediğini Hz. Ayşe’ye sorarak öğrenmiştir. Hanım kızın ergenlik yaşına gelmesine rağmen başını örtmediğini öğrenince Hz. Peygamber (sav), başındaki sarığın tülbendini çıkarıp Hz. Ayşe’ye vermiş ve “Bunu parçala, bir kısmıyla bu kız çocuğu, yarısıyla da Ümmü Seleme’nin yanındaki kız örtünsün. Zîrâ ben, onun da ergenlik çağına geldiğini sanıyorum.” demiştir.5 Tâberî’deki rivâyette; “Hz. Peygamber’in kız çocuğunu görünce başını çevirdiği” nakledilir.6 Olayın değerlendirmesini yaparsak Hz. Peygamber (sav), kız çocuklarının ergen olduklarını öğrenince hemen örtünmeleri için onlara elindeki örtüyü vermiştir. “Evinize gidin, âilenize danışın” dememiştir. Çünkü açıklıkta Allah Teâlâ’ya isyan vardır. Allâh’a isyânın olduğu yerde mahlûka itâat edilmez ve Allâh’a rağmen kimsenin izni alınmaz. Hz. Peygamber’in yaptığı uygulamanın bağlayıcılığını ve Kur’ân’ın beyânı olduğunu bilen Hz. Ayşe, ziyâretine gelen yeğeni Hafsa bt. Abdirrahman’ın ince bir başörtüsü ile yanına geldiğini görünce, hemen onun örtüsünü alıp parçalayarak katlamış ve daha kalın bir örtü ile başını örtmesini sağlamıştır.7 Bu uygulamayı tehir etmeden hayâta geçirmesi başı örtmenin fevrî / acele olmasıyla ilgili önemli örneklerden bazılarıdır. Bu uygulamalarda velîler ve ergenlik çağına gelen kızlar için yerine getirilmesi gereken önemli hükümler vardır.

Başörtüsünün fevrî bir emir oluşunu bilemeyen ve dil konularındaki eksik bilgilerinden dolayı polemik yapmayı sevenlerin aklı çeldirici ve komik görüşleri vardır. Konuyla ilgili şu anekdot bizim için önemli bir hatıradır. Tefsir dersinden doktora yaparken ders aldığım hocalardan birisi; “Tezini, başörtüsünün dînin bir emri olmadığı üzerine yap.” demişti. Biz, başörtüsünün muhkem bir farz olduğunu ve Müslüman hanımların mutlaka örtünmeleri gerektiğini ifâde edip böyle bir tez yapmamızın imkânsızlığını anlattık. Açıkça radikal bir tesettür yanlısı olduğumuzu ifâde ettik. Bunun üzerine tefsir hocası; “Ahzâb Sûresi’ndeki ‘nisâ’ kelimesinin evli hanım anlamına geldiğini, bekâr kızların örtünmesinin zorunlu olmadığını” söyledi. Hâlbuki bu söylem çok kötü ve câhilce bir söylemdir. Arapçadan nasîbi olanlar bilirler ki âyetteki ‘nisâ’ kelimesi tekrime içindir. Yüce Allah, evli ve bekâr ayırımı yapmaksızın bayanlara ‘nisâ / hanımefendi’ diye hitap etmektedir. Hanım kullarına verilen bir değerin ifâdesidir. Dolayısıyla Türkçe’deki kullanımına bağlı olarak kelimeden yanlış bir sonuç çıkarıp diğer âyetleri ve Allah Rasûlü’nün uygulamalarını görmemek ön kabûllü bir yaklaşımdır. Zulmün önünü açmaktır. Çıplaklığı ve gelecekteki kültürel yozlaşmayı onamaktır. Bu yaklaşım sünneti ve hadisleri delil almadığınızda varacağınız sapkınlıkla ilgili önemli bir örnektir.

Modern ilâhiyat anlayışı da dünyâ sisteminin yedeğinde hareket ederek fıtrata aykırı uygulamayı; baş dâhil açılmayı savunmaktadır. Gerekli İslâmî tepkiyi vermemektedir. Bu anlayışın bir göstergesi olarak ülkemizin tamâmında başörtüsü zulmü başlatıldığında ilâhiyatçıların genelinin bilgiyi toplumun lehine olarak paylaşmak sûretiyle direnç alanları oluşturmamaları, zulmün yaygınlaşmasını ve uzamasını sağlamıştır. Elbette bu mâsum insanların bilenler (!) aleyhine hakları doğmuştur. Bu dünyâda alamasalar bile âhirette haklarını isteyeceklerdir. Çünkü başörtüsü, bir dünyâ görüşünün hayâta yansıması; dînin hayâtın genişlik alanına bakışının tercihidir. Modern hayat tarzının dayatmalarına başkaldırıdır. Hayâtı vahiyle anlamlandırmanın tezâhürüdür. Bütünlük çerçevesinde İslâm’ın siyâsî taraflarına da hakkıyla îmân eden Müslümanlar için basit bir politik tercih olmayıp siyâsal anlayışlarının elbette bir parçasıdır. Bu bakış tarzını kimsenin sorgulamaya ve yargılamaya hakkı yoktur.

Örtünmeyi emreden âyet ve hadislere rağmen din temelli tercihleri hiçe saymak ve tesettürlü kimselere baskı yapmak insânî bir davranış değildir. Hz. Peygamber (sav), “Hangi kadın kendi kocasının evinin dışında bir yerde elbisesini çıkaracak olursa / soyunursa Allah ile arasındaki (hayâ) perdesini yırtmış olur.”8 buyurmak sûretiyle örtünme konusundaki hassâsiyetini ortaya koymuştur. Müslüman hanımlar bu rivâyetleri özgürce seçip hayatlarına naslar çerçevesinde anlam vermişlerdir. Müslüman hanımların hayat tarzlarına müdâhale etmek, özgürlüklere ve bireysel tercihlere saygısızlıktır. Şu olay İslâm’ın tesettüre bakışını en net biçimde yansıtmaktadır: “Medîne’de bir hanım, Kaynuka Oğulları çarşısına giderek bir şeyler satın almış ve bir kuyumcunun iş yerinde bir müddet (siparişi bitene kadar) beklemiştir. Kuyumcu, hanımın yüzünü (başka rivâyetlerde eteğini arkasına iliştirerek bacaklarını) açmak istemiştir. Bunu gören bir Müslüman dayanamamış ve çıkan arbedede Yahudi’yi öldürmüş; Yahudiler de toplanıp Müslümanı öldürmüşler. Netîcede Hz. Peygamber, Müslüman bir hanımın nâmus emniyetini ihlâl eden Yahudileri bu hâdise üzerine Medîne’den sürgün etmiştir.”9 Hz. Peygamber (sav) döneminde yaşanan olay gösteriyor ki örtüye el kaldırmak bir Yahudi eylemi olarak başlamıştır. Müslümanların zayıflama süreçlerine bağlı zaman zaman da devâm etmiştir. İstiklâl savaşının başlangıç yıllarında Kahraman Maraş’ta işgâlci Hristiyanlar da aynı şeyi yapmıştır. Sütçü İmam ve diğer ulemâ gerekli tepkiyi vermişler ve Müslüman hanımların nâmus emniyetlerini yok sayan haçlı kalıntıları ülkeden çıkarılmıştır. Sütçü İmam gibi mazlumdan ve nâmus emniyetinden yana tavır almak yerine, Allâh’ın muhkem farzını inkâr etmek Müslümanca bir yaklaşım değildir. Ayrıca, zulüm esnâsında zâlimlere arka çıkarak; “Başörtüsü fürûattandır.” beyânını vermek de daha korkunç bir zulümdür. Çünkü İslâm’da her emrin hem inanç, hem de ibâdet, muâmelat ve ahlâkla ilgisi vardır. Şöyle ki, başörtüsünün muhkem bir farz olduğuna10 îmân etmek dindendir; asıldır. Bu ilâhî emri uygulamak ve sevap ummak ibâdettir. Bilinçle ve anlamını bilerek örtünenlerin hayatlarında olumlu değişimler olur ki bu da ahlâkla alâkalıdır. İslâm toplumunda açık saçık gezenlere müdâhale edilir. Siyâsî erki elinde bulunduranların bu müdâhalesi de muâmelatla ilgilidir. Anlatmak istediğimiz, dinde; îman, ibâdet, ahlâk ve muâmelat alanları birbirlerine girmiştir. Bu konularda açıklama yapacak olanların dînin bu hassâsiyetini gözeterek konuşmaları esastır. “Başörtüsü teferruattır.” beyânından sonra, kitlesel direnç kırılmış ve tüm kurumlardaki başörtülü Müslüman bayanlar yalnızlaştırılmıştır. Yalnızlaşan bu hanımlar da ya işlerinden veya tahsillerinden edilerek ağır haksızlığa uğratılmışlardır. Birçok Müslüman hanım fişlenmiş ve psikolojik baskıya mâruz bırakılmıştır.

Başörtüsü zulmünün öyle mağdurları var ki yazmakla ve konuşmakla bitmez. Her birisinin ayrı birer hikâyesi vardır. Yazılacak olsa kelimeler kifâyetsiz kalır. Onların ruh hâllerini erkekler anlamaz. Cinsiyet ayrılığından dolayı empati yapamazlar. Vaktinde anlasalardı hanımlar zulümle baş başa bırakılmazlardı. Aynı mağduriyeti âilecek yaşayan birisi olarak şu açıklamayı târihe not düşmek amacıyla yazıyorum. Eşim başörtüsü zulmünün ilklerinden olarak defalarca sürgün edilip çeşitli disiplin cezâları almıştı. Yetmişli yıllarda tesettürlü hanımlar daha yalnızdı. Müfettiş ve kaymakam korkusuyla teneffüse bile çıkamaz hâle gelmişti. Tâyinlerin çokluğu nedeniyle ev taşımaktan bıkmıştık. 1978 yılında yine Yahyalı’dan sürgün edildiğinde bir aracı vâsıtasıyla Kayseri İl Milli Eğitim Müdürü Fevzi Yılmaz’ın makâmına çıkmıştık. Derdimizi anlatıp bu tâyinin durdurulmasını istiyorduk. Adam (!) daha eşimi başörtülü görür görmez: “Bu ne kıyâfet? Siz âhirette bu kıyâfetle Atatürk’ün huzûruna ne yüzle varacaksınız” diye çıldırmıştı. Belli ki adam fânîleri ilah gören bir hadsizdi. Yıllar sonra bu şahsın öldüğünü duymuştum. Elbette bir Müslüman olarak onun hakkında şâhitliğimizi yaptık. Mutlak adâlet sâhibi Rabbimize havâle ettik. Âhiretteki hesaplaşmamız herhâlde çok daha müthiş geçecek. Herkes îmânının bedelini ödeyecek.

Katsayı mağdurları ve verilmeyen başarı ödülleri apayrı bir araştırmadır. Ankara Tıp Fakültesi’ni, târihinde en yüksek not ortalamasıyla (98 puan) bitiren kızım Sârâ’nın ödülü İmam Hatipli ve tesettürlü olduğu için elinden alınmıştı. Önce kızımı iknâ etmeye çalışan, iknâ edemeyince derecesini başkasına veren bayan öğretim üyesinin de psikolojik sorunları olan kızı tarafından öldürüldüğüne bir-iki yıl sonra şâhit olduk. “Küfür devâm eder ama zulüm devâm etmez” sözü boşuna söylenmemiş. Diğer kızım Sümeyra’nın ise üniversiteye giriş sınavında katsayı uygulamasına bağlı 45 puanı düşürülmüştü. İstediği okula kaydolma hakkı elinden alınmıştı. Bunlar yaşananların milyonda biri bile değil. Başörtüsü konusunda yüzbinlerce insanın ocaklarına ateş düşmüştü. Duyulan hakâret ve aşağılayıcı sözlerin ise hesâbı bile belli değil. Bu millet; “örtünmek isteyenler Arabistan’a gitsin” diyen cumhurbaşkanından; başörtüsüyle meclise giren milletvekiline “Şu kadına haddini bildirin.” diyen başbakana kadar hepsini görmüştür. Maalesef bu adamlar şuursuz kimseler tarafından “merhum” diye anılmaktadır. Bunların cenâze namazlarının kılınması ise ayrı bir fecaattir. Ben sâdece merhum Mevdûdî’nin verdiği bir fetvâyı hatırlatmak istiyorum. Merhûma soruyorlar “Hindistan’da hangi hayvanlardan kurban kesilebilir?” diye, Mevdûdî şu cevâbı veriyor: “Deve, sığır, koyun ve keçi kesebilirsiniz. Fakat Hindular ineğe tapındıkları için buradaki Müslümanların bu bâtıl anlayışı yıkmak için inek kesmeleri vâciptir.” Bu anlayış çerçevesinde söylemek isterim ki modern hayat tarzını seçenler Müslümanları batılılaşmaya ve sekülerizme entegre etmek için başörtüsüne bilinçli olarak karşı çıkmaktadırlar. Bu oyunun farkında olan Müslümanların başörtüsünü tevhîdin en önemli sembollerinden biri olarak algılamaları ve bu anlayışla; azîmet fıkhıyla uygulamaya koyulmaları gerekir. Başörtüsü mücâdelesinin mağdurlarının Hz. Hamza ile haşrolmalarını umar ve duâ ederiz.


Dipnotlar

1 Nûr 24 / 31.

2 Buhârî, 65, Tefsir, 12, VI / 13.

3 Abdürrezzak, Musannef, Hayz, H. no: 1208, I / 315; Ebû Dâvûd, 26, Libas, 32, H. no: 4101, IV / 356-567; Tâberî, Câmiu’l-beyân, IX / 305; Hâkim, Müstedrek, H. no: 3500, II / 431.

4 İbni Ebî Şeybe, Musannef, Salât, I / 354.

5 İbni Ebî Şeybe, Musannef, II / 133; Ahmed, Müsned, VI / 239; Beyhakî, Sünen-i Kübra, Hac, 4, H. no: 11312, VI / 95.

6 Taberî, age., IX / 305.

7 Mâlik, 48, Libas, 4, II / 913.

8 Ahmed, Müsned, VI / 41; İbni Mâce, Edeb, 38, H. no: 3750, II / 1234.

9 İbni Hişam, es-Siyre, III / 10.

10 Bk. Nûr 24 / 31; Ahzâb 33 / 59.

 
Paylaş: