Choose Your Color

Velî ve Velâyet

Akaid - Tefsir

Velî ve Velâyet

Velî ve Velâyet

  • 2021-03-04 09:29:47
  • Yediulya

Kur’ân-ı Kerîm’de velâyetle ilgili 200’den fazla âyet vardır. Kur’ân’ın ana kavramlarından olan velâyet, aynı zamanda anahtar bir kavramdır. Velâyetin anlam alanına giren veya onunla zıt düşen onlarca kavramı tesbit etmek mümkündür. Hz. Peygamber’den (sav) de konuyla ilgili birçok hadîs sâdır olmuştur.1 Şunu hemen tesbit etmekte yarar görüyoruz. Kur’ân’daki velâyetle ilgili âyetlerin tamâmına yakını siyâsal velâyetle ilgilidir. Âyetlerin özeti: “Mutlak anlamda velî Allah (cc)’tır. Mü’minler Allâh’ı (cc), Rasûlünü ve birbirlerini velî edinirler. Hz. Nûh, Hz. İbrâhîm, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb, Hz. Lût, Hz. Yûsuf, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ nasıl ki kavimleri ve en yakınları dâhil müşrikleri velî edinmemişse, mü’minler de en yakınları bile olsa kâfirleri velî edinmemelidir.2 Allah Teâlâ’nın kitâbını tahrîf eden başta Yahudiler ve Hristiyanlar olmak üzere hiçbir bâtıl din mensûbundan velî edinmek câiz değildir. Bunların dışında diğer kâfirler, münâfıklar, zâlimler ve fâsıklardan da Müslümânâ velî olmayacağı gibi, velâyetin bir göstergesi olarak onlara devlet yönetimi devredilmez; iktidarlarına yardım edilmez. Kur’ân’daki velâyetle ilgili âyetlerin özeti bu konular olduğu gibi, Hz. Peygamber’in tevhîd mücâdelesinin özünü de velâyeti devralma veya küfür ehlinin gasbettiği velâyeti Müslümanlara devretme cehdi oluşturur. Sâdece Yûnus Sûresi’ndeki şu âyet tasavvufî anlamdaki velâyete dayanak teşkîl etmektedir: الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ “ İyi bilin ki (Hesap Gününde) Allâh’ın dostlarına korku yoktur ve onlar, (o Gün aslâ) üzülmeyecekler! (Peki, kimdir Allâh’ın dostları?) Onlar, (Allâh’ın âyetlerine yürekten) îmân eden ve (bu îmânın gereğini yerine getiren, yâni dürüst ve erdemlice bir hayâtı tercîh ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle) sakınan kimselerdir.”3 Böyle diye iddia edilse de bu iddia eksiktir. Şöyle ki gerçek anlamdaki bir velî, Hz. Peygamber (sav)’in siyâsal velâyetine nâiblik gayreti içinde olduğu gibi hiçbir kâfiri de velî edinmez ve onlara hâkimiyet yolunu açmaz. Eğer böyle bir şey yaparsa Yüce Allâh’ın velîsi olamaz; şeytânın velîsi olur. Şeytâna velâyet veren bu kimseler, Yahudileri, Hristiyanları, münâfıkları, masonları, sağcıları, solcuları ve zâlimleri velî edindikleri gibi, etraflarındaki ilim ve mârifetten yoksun kimseleri, İslâm’a karşı en amansız düşmanlık yapan kimselere ucuz oy deposu olarak kullanmaktan çekinmezler. Bu açıdan âyet-i kerîme, velâyetin iki şartı üzerinde durmuştur. Bunlar îman ve takvâdır. Îman ve takvâ sahibi mü’minler, hiçbir zaman ve durumda İslâm’a düşmanlık edenlerle velâyet bağı kurmazlar.

Velî ile ilgili şu hususların özellikle bilinmesi gerekir. Velâyet makâmındaki kimseler sevilse de sayılsa da bu sevgi ve saygının bir ölçü içerisinde ve insâniyet bağlamında olması esastır. Eğer velîye duyulan sevgi, Rasûl’e duyulan sevgi gibi veya ulûhiyet derecesinde olursa bu küfürdür. Bu sebeple kabûl edilmeli ki:

  1. Mürşid/Velî, makâmı ne olursa olsun hiçbir zaman ve aslâ nübüvvet makâmına ulaşamaz.
  2. Velâyet makâmı ile risâlet makâmı arasında sıddîkiyet makâmı vardır.4
  3. Mürşidin aracılık vasfı geçicidir. Vuslat hâsıl oldu mu mürşid aradan çekilir ve vuslata eren mü’min için yeni bir dönem başlar.

Vuslata eren mü’min bu yeni dönemde, Allah Teâlâ’ya olan iştiyâkı, ibâdet aşkı, istikāmet üzere hayâtı ve ihsan bilinci sâyesinde Allâh’ın (cc) dostluğunu elde etmiş olur. “Sevdiklerini Allah için sever, buğz ettiklerine de Allah için buğzeder ve velâyete hak kazanır.”5 Kudsî hadîste buyurulduğu gibi, “Böyle bir velîyi küçük düşürene, Allah Teâlâ savaş açar.” Onun bu dereceye gelmesi şöyle izah edilmiştir: “Kulum bana farzları yerine getirmekle yakınlaştığı gibi hiçbir şeyle yakınlaşamaz. Fakat o nâfilelerle de bu yakınlığını devâm ettirir ve ben onu bunlardan dolayı severim. Benden bir şey isterse veririm, duâ ederse duâsına icâbet ederim.”6 Bu kudsî hadiste, velîlerden şer’î tekliflerin kalkmadığına vurgu yapılmış ve daha da ötesi farzlardan ayrı olarak nâfileler teşvîk edilmiştir. Bu kimseleri Yüce Allâh’a sevdiren de bu özellikleridir. “Allah (cc) bir kulunu sevdi mi Cebrâil’e o kulunu sevdiğini söyler. Bu kişiyi Cebrâil de sever, bütün gök ehli de O’nun delâletiyle sever. Daha sonra da yeryüzü sâkinleri için kabûl konulur ve onlar da severler.”7 Allah (cc) bir kimseye buğzederse de aynı durum meydana gelir.8 Allâh’ın dostluğunu ve rızâsını kazanan velîlere “Peygamberler ve şehitler bile gıpta ederler. Bu insanlar, aralarında bir yakınlık ve çıkar ilişkisi olmadığı hâlde birbirlerini Allah rızâsı için severler. Yüzleri (ay gibi) nurlu bu kimseler, insanlar âhirette korktuklarında bütün korkularından emîn olurlar.”9

Velî, Allah Teâlâ’nın “el-Velî” isminden en çok nasîbini alan kimsedir. Bu ismin anlam alanında; koruma, gözetme, otorite, kayyumluk, mîrasçı olma, sevgi, muhabbet, saygı, terbiye etme ve işleri üstlenip siyâset etme gibi mânâlar vardır. Bu mânâlar velînin hayâtında somutlaşır. Allah için mü’minlerin derdiyle dertlenmek ve çözümler bulmak biçiminde tecellî eder. Hz. Ömer (ra) Hz. Muaz’ı (ra), Mescid-i Nebî’de ağlar vaziyette bulmuş ve sebebini sorduğunda O, şu hadîsi rivâyet etmiştir: “Riyânın en basiti bile şirktir. Kim Allâh’ın bir velîsine düşmanlık gösterirse Allâh’a savaş açmış olur. Allah Teâlâ ebrârı, takvâlı kimseleri ve yaptıklarını alenîleştirmeyip kendilerini gizleyenleri (ahfiyâ) sever. Bu insanlar öyle şahıslardır ki kaybolduklarında aranmazlar, hazır olduklarında çağrılmazlar. Hidâyet kandili mesâbesindeki kalplerinin durumu ise hiç bilinmez. Bu (değerli) kişiler, her zor meselenin içerisinden çıkarlar.”10 Zor meselelerin içerisinden mârifet nûruyla çıkarlar ve olayları hayırlı netîcelere bağlarlar. Yâni velâyet, çözüm makâmıdır. Çağa tanıklık eden velî, Müslümanların zaman içerisinde neye ihtiyaçları varsa onu gerçekleştirme gayretine girer. Eğer çağ içerisinde îtikâdî bir kaos var ve ideolojiler dinleşme sürecine girmişse velî, ümmeti küfrün/ideolojilerin karanlığından İslâm’ın aydınlığına çıkarma mücâdelesi verir. Ümmetin hangi sosyal, hukûkî, siyâsî, iktisâdî ve eğitim problemi varsa, velî bütün bunlara velâyet eder. İçinde yaşadığı coğrafyanın siyâsal referansları ve dayanakları, velînin en birincil gözetleme ve uğraşı alanıdır. İslâmî olmayana müdâhale, İslâmi alanı geliştirmek velâyetin aslındandır. Bütün bu sayılan alanlardaki Kur’ân ve Sünnete uygun duruş, istikāmettir. İstikāmet, velâyetin rüknüdür.

Bâzı kimseler kerâmeti önceleyip istikāmetin üzerinde durmamışlardır. İlk dönem dediğimiz sahabe, tâbiîn ve etbau’t-tâbiîn zamânına baktığımızda, kerâmete hiç iltifat edilmemiştir. Ulemâ bunu şöyle açıklamıştır: Bir kimsede veya toplumda tevhîdin nûru yakîne ulaşırsa; mârifetullahta ziyâdelik olursa kerâmete iltifât edilmez. Asıl olan istikāmettir. Tevhîdin nûru sönük ve taklîdî konumda ise; kişilerin mârifetullâhı çok zayıf ise kerâmete çok iltifat olur. Mârifet ehli insanlar bilir ki kerâmetin varlığı veya çokluğu velînin üstünlük derecesi değildir.

Günümüzde, îtikâdî bir eğitimden geçmeyip Kur’ân ve Sünnet bilgisinden mahrûm olan kimselerin kerâmet ile istidrâcı bile birbirinden ayırmaları çok zordur. Bu ayırımı yapabilecek kriterleri yoktur. Bu sebeple, istikāmet sâhibi bir velîde bâzı şartların bulunması ve bu şartların bilinmesi zorunludur. Olması zorunlu şartları taşımayan zevâtın vuslatta etkin olması ve refâkat ettiği insanları istikāmetten saptırmaması mümkün değildir.


Dipnotlar:

1 Daha geniş bilgi için, “Kur’ân’da Velâyet Kavramı” adlı çalışmamıza bakılabilir.

2 Tevbe 9/23.

3 Yûnus 10/62-63.

4 Nisâ 4/69.

5 Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c.I, s.89.

6 Ahmed, Müsned, c. VII, s.112.

7 Buhârî, 59, Bed’u’l-Halk, 6, c.IV, s.79.

8 Abdurrezzak, Musannefh.no: 19673, c.X, s.450-451.

9 Ebû Dâvûd, 17, Büyû, 78, h.no: 3527, c.III, s.799.

10 İbni Mâce, Fiten, 16, h.no: 3989, c.II, s.1320.

Paylaş: