Choose Your Color

Mârifetullâhı Kâmil Olmayanın Takvâsı Olmaz

Akaid - Tefsir

Mârifetullâhı Kâmil Olmayanın Takvâsı Olmaz

Mârifetullâhı Kâmil Olmayanın Takvâsı Olmaz

  • 2021-01-18 12:53:24
  • Yediulya

Herkesin takvâsı mârifetullâhı kavramasıyla doğru orantılıdır. Mârifeti olmayanlar veya eksik olanlar müşrik, mürted, münâfık, Yahudi, Hristiyan, ateist, deist, nihilist, pozitivist, mason, sosyalist, kapitalist, materyalist, fâsık, fâcir ve zâlim olmuşlardır. Mârifeti olmayanlar ideolojileri dinleştirmişlerdir. “Allâh’ı hakkıyla bilemeyen”1 bu gruplar, mârifetullahla buluşur ve kalbî tasdîk, ikrar ve amel-i sâlihle hayatlarını anlamlandırırlarsa hidâyete ererler. Kur’ân-ı Kerîm, takvânın temelinde mârifetullah olduğu için toplam âyetlerinin dörtte üçünde Allah Teâlâ’yı tanıtmıştır. Bu âyetlerde, Yüce Allah Kendisini sıfatlarıyla, esmâsıyla, fiilleriyle, ulûhiyyet ve rubûbiyyetindeki eşsizliğiyle anlatmıştır. Eskilerin, “akâid ilmini” okumayana ve bilmeyene tarîkat dersi vermeyişlerinin temel esprisi budur. Çünkü mârifetullâhı eksik olan birisi cehâleti sebebiyle, Allâh’a âit olan sıfatları insanlara verir; peygamberle velîyi birbirine karıştırmaya başlar. Mârifetteki derinlik ve îtikâdî saflaşma, takvâ sıfatının kazanılmasına ve ahlâk-ı hamidenin hayâtında meleke kazanmasına zemîn hazırlar.

Îtikâdî saflaşma ve derinleşmenin örnek temsilcisi Peygamber Efendimiz (sav), takvâ ile mârifetullah arasındaki ilgiyi bize şöyle açıklamıştır: “Sizin içinizde Allâh’ı en iyi bileniniz benim, en takvâlı olanınız da benim.”2 Kur’ân’ın anahtar kavramlarından olan takvâyı, Kur’ân bütünlüğünden ve hadislerdeki kullanımlarından kopararak sâdece “Allah bilinci” veya “sorumluluk bilinci” diye yorumlayan Abdulkerim Süruş ile Muhammed Esed’i ve bu konuda onların tanımını câzibeli bulan taklitçi meâl yazarlarını biraz klasik dönem Mürcie’sine benzetiyoruz. Mürcie, îmânı “Allâh’ı bilmek” diye tanımlamış ve sâlih amelleri dışta tutmuştur. “Allah bilinci” şeklindeki tanımlamada da zihinsel bir eylem olan “bilinç” var ama sâlih ameller târife alınmamıştır. Zîrâ her bilinç sâhibi hayâtını amellerle de anlamlandırmamaktadır. Bu sebeple tanımı, Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet eksenli ele almak ve amelî boyutuna mutlaka vurgu yapmak gerekir.

Takvâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle berâber 258 defa geçmektedir. Bunlardan 71 defasında emir kipi kullanılırken, “takvâ” biçimindeki kalıp ise 17 âyette ele alınmıştır. Ayrıca takvânın anlam alanına giren “huşû” kavramı 17, “haşyet” 48, “havf” da 13 âyette geçmiştir. Eğer “ihsan” kavramını takvâ ile ilişkilendirirsek, ona da Kur’ân’da 194 kez değinilmiştir. Yine takvânın yakın anlamlarından “Birr”e 19 defa vurgu yapılmıştır. Allâh’a itâatin netîcesinde kalbe yerleşen güzel davranışları; farzlar, hadler, emirlerle amel etmek3 ve sâhibini cennete götüren tüm hayır fiilleri4 “birr” diye tanımlarsak; birr’in de takvâ ile eş anlamlı olduğu sonucuna varabiliriz.

Rivâyet kitaplarında geçen “verâ” kavramı da takvânın eşdeşi olarak ele alınmıştır. Harâma düşme endîşesiyle şüphelileri bile terketme ve güzel amelleri sürekli yaşayabilmeye verâ denilmiştir. Abdullah ibn Mes’ud (r.a) verâ’yı “haramlardan kaçınmaktır”5 diye tanımlamıştır. Yukarıdaki tanımı izah sadedinde Hz. Ömer (r.a): “Biz, harama düşeriz endîşesiyle helâllerin bile onda dokuzunu terk ederdik.”6 demiştir.

Takvâ kavramıyla alâkalı onlarca târif yapılmıştır. Bu târifler, tanımı yapan kimsenin ruh hâlini, amelî durumunu, ilmini; Kur’ân ve sünnete vukûfiyetini, dînî referanslarını, bilinç düzeyini ve algısını yansıtır. Böyle bir alana girmeden önce Kur’ân-ı Kerîm’in takvâ tanımlamasına bakmak gerekir. Yüce Allah, takvâyı şu âyette bütün boyutlarıyla tanımlamıştır: “لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ” “Yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz, (Allah katında bir iyilik, takvâlı davranış ve bir) erdemlilik değildir. (Namazda yüzünüzü Kâbe’ye veya başka bir yöne çevirmeniz yâhud buna benzer ibâdetleri yerine getirmeniz, sizi iyiliklere, güzelliklere ulaştırmadığı takdirde ne ahlâklı olmanızı sağlar, ne de size Allah katında değer kazandırır.) Asıl (takvâlı ve erdemli) iyi kişi odur ki; Allâh’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve Peygamberlere (tüm kalbiyle) inanır. (Yüreğinde dünyâ malına karşı) sevgi duymasına karşın, (sırf Allâh’ın rızâsını kazanmak için) malının bir kısmını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve (gerek âzâd ederek, gerekse insanın boynuna geçirilmiş sosyal, siyâsal, kültürel, ekonomik... kölelik ve sömürü zincirlerini kırarak) kölelerin özgürleştirilmesi uğrunda seve seve harcar. Namazını dosdoğru kılar, zekâtını verir. Bir de söz verdiği zaman sözünde duranlar; hele o sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında (zorluklara karşı kahramanca göğüs gererek) sabreden (fedâkâr mü’min)ler var ya... İşte doğru sözlü olanlar onlardır, (kötülüklerden titizlikle sakınıp) korunan (gerçek takvâ sâhibi kul)lar da yine onlardır.”7

Bu âyete göre takvânın îtikad, ibâdet, muâmelat ve ahlâk şeklinde dört boyutu vardır. İlk boyutunda îmânın varlığı ve alanı, îtikâdî açıdan kemâle ulaşmayan bir kimsede takvânın olamayacağına yapılan vurgudur. Hâl böyleyken, zihnen kirli, kitâbî anlamda din anlayışından uzak, vahyin bütünlüğünü bütün boyutlarıyla kavrayamayan, ideolojik hastalıklarla mâlûl, yaşadığı siyâsanın kültürüyle ve fikrî akımlarıyla içselleşmiş ama ritüel alanda bâzı şeyleri alışkanlık hâline getirmiş kimseleri muttakî diye isimlendirmek yanlıştır. Yasaklanandan uzaklaşmak ve ilâhî emirlere uymak diye bildiğimiz takvâ; şirke, nifâka, zulme, kebîreye, her türlü fuhşiyâta karşı savunma ve korunmadır.8 Takvâ; iki şey arasındaki engeldir. Kişinin, kendisi ile kastettiği şey arasına koymuş olduğu mâniadır.9 İnsanı günâha düşürecek davranışların tamâmından korunma ve bu uğurda gerekirse bâzı mübahları bile terk etmektir.10 Şerrin her türlüsünden uzaklaşmaktır.11 Yukarıda arz ettiğimiz gibi, takvânın karşı tarafına koyduklarımız önemlidir. Eğer karşı tarafta küfür, şirk, nifak, bid’at, irtidat, ideolojik yapılar; beşerî dinler, şeytan ve içine düşülen günahlar, ahlâkî çarpıklıklar varsa, bütün bu hastalıklarla insan arasına konan engeller takvâdır. Bu kavrayış, zihnî uyanıklık ve îmânın gönle yüklediği basîretle üst seviyeye taşınabilir. Sâlih amellerle beslenir. Eğer körlük varsa, hedefler küçültülür ve sonunda çok dar anlamlı bir takvâ tanımına ulaşılır. Bu da kavramın eksik ve yanlış anlaşılmasına vesîle olur.

Takvânın amelî yönünü gündeme getiren ulemâ onu bir bilinçten öte anlamışlardır. Onlara göre takvâ; farzları yerine getirip Allâh’ın koyduğu yasak sınırlarından uzak durmaktır.12 Rabbinin, seni yasaklamış olduğu yerlerde görmemesidir. “Yasaklara ve zararlı şeylere dalarım endîşesiyle kendisinde hiçbir sakınca ve zarar olmayanları bile terk etmektir.”13 Takvâ; günahlar üzerinde ısrâr etmemektir. Hayâtın bütün alanlarında Hz. Peygamber’e (sav) ve ashâbına uymaktır.14

Gerek Hz. Peygamber (sav), gerekse sahabe takvânın anlamını en güzel biçimde kavradıkları için hayatlarını îman ve cihadla anlamlandırmışlardır. Hz. Peygamber denince akla gelen; mârifet, tevhîd, cihâd, güzel ahlâk, ihsan, azîmetle amel, sabır, toplumun içinde duruş ve meseleleri çözüme kavuşturma, âile içi mutluluk, hayâtın her alanında belli plan ve programları uygulama, kurumlar oluşturma ve hayâtı vahye göre anlamlandırma gayretidir. O (sav), takvânın en önemli ve örnek temsilcisidir. “Asâletin de, malın da, şerefin de takvâ ile anlam kazanacağına”15 işâret eden Rasûlullah, mü’minlere şu tavsiyeyi yapmıştır: “Size takvâlı olmanızı emrederim. Çünkü takvâ her (hayırlı) şeyin başıdır…”16 Aynı hadîsin devâmında da cihâd etmeyi tavsiye eden Peygamberimiz (sav), cihâdın, takvânın bir netîcesi olduğunu beyân etmiştir. Takvâlı insan mârifet nûrunun etkisiyle en gayretli insandır. Gayreti ve aksiyonu olmayanın mârifeti de takvâsı da olmaz.


Dipnotlar:

1 En’am 6/91.

2 Buhârî, 2, Îman, 13, c.I, s.10.

3 Taberi, Câmiu’l-Beyan, c.II, s.99.

4 Maturidî, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Te’vilât, c. III, s.443; Bagavi, Tefsir (Muhtasar), s.219.

5 Muhasibî, Haris, Risâletu’l-Musterşidin, s.87.

6 Abdurrezzak, MusannefHad.no: 14683, c.VIII, s.152.

7 Bakara 2/177.

8 Bagavî, Tefsir, s.219.

9 Hâzin, Lubâbu’t-Te’vil, c.I, s.23.

10 İsfehanî, Müfredat, s.881.

11 Maturidî, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Te’vilât, c. III, s.443

12 Taberî, Câmiu’l-Ulûm, c.VI, s.509

13 İbni Mâce, Zühd, 24, h.no: 4215, c.II, s.14003.

14 Hâzin, Lubâbu’t-Te’vil, c.I, s.23; Cürcânî, Tarifât, s.65.

15 Bagavî, Tefsir, s.219; İbni Mâce, Zühd, 24, h.no: 4219, c.II, s.1410.

16 Ahmed, Müsned, c. III, s.82.

Paylaş: