Choose Your Color

Mârifetullâh’ın Derinliği Günahları Azaltan En Önemli Etkendir

Akaid - Tefsir

Mârifetullâh’ın Derinliği Günahları Azaltan En Önemli Etkendir

Mârifetullâh’ın Derinliği Günahları Azaltan En Önemli Etkendir

  • 2021-02-01 09:05:13
  • Yediulya

İnsanın Allah’la (cc) olan bağlantısını koparmaması için O’nunla dâimâ bilinçli ve bilgi temelli bir iletişim içerisinde olması gerekir. Bu iletişim ne kadar güçlü ve canlı olursa kişinin günahlardan korunma oranı da o kadar güçlü olur. Bunun da yolu evvelâ Hz. Peygamber’i (sav) örnek alarak; anlamını, helâllerini, haramlarını öğrenerek ve âyetlerin vâkıa-vahiy ilişkisini kavrayarak, mesel ve kıssalar üzerinde tefekkür ederek ve nüzûl dönemini bilerek Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktır. Bilinmeli ki İslâm’ın emretmiş olduğu ibâdetlerin tamâmı insana Allâh’ı (cc) hatırlatır. Namazın, cihâdın, orucun, zekâtın ve haccın zikir/Allâh’ı (cc) hatırlatma yönü vardır. İrâdeli ve niyetli her hayra yönelik davranışta Allâh’ı (cc) hatırlama söz konusudur. Duâlar, sâlih insanlarla yapılan nitelikli toplantılar; tefsir, hadis, fıkıh, akâid çalışmaları ve tasavvufî çalışmalar da Allâh’ı (cc) hatırlatırlar; O’na karşı görevlerimizi öğretirler. Bu öğrenim ne kadar üst seviyede ve bilgilenme temelli olursa o denli takvâmız artar. Takvâdaki bu artış, insanı peygamberlerin yoluna sevk eder; onlar gibi çalışkan, dirençli, ihsan hâlinde ibâdet eden, çevresine ve olaylara kayıtlı, fıtrata ve ilâhî irâdeye aykırı eylemlere direnen ve kötülükleri değiştiren bir insan tipi ortaya çıkarır. Bu bağlamda şunu belirtmek gerekir: Kitapların da, peygamberlerin de gönderiliş sebebi Allâh’ı (cc) tanıtmaktır. İnsanlardaki eksik ve yanlış anlayışları gidermek ve Allâh’ı (cc) “hakkıyla öğretmektir.” Bu bilgilendirme vâsıtasıyla/sâyesinde insanları zinâ dâhil her türlü büyük ve küçük günah batağından korumaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’deki birçok âyetten anlaşıldığı gibi müşrikler, Allâh’ın (cc) varlığını kabûl etmelerine rağmen birlik konusunda hastalıklı bir kanâate sâhip kimselerdir. Onların bu durumunu Yüce Allah (cc), “Allâh’ı hakkıyla bilip takdîr edememe”1 olarak nitelendirmektedir. Câhiliye denilen süreci ortaya çıkaran da, Allah (cc) hakkında doğru bilgiye sâhip olamama ve bu bilgisizlik çerçevesinde hayâta anlam verme ve kurumlar oluşturmadır. Bu sebeple Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de Kendisini, yaratmada ve emretmede eşsizliği, birliği, sıfatları, fiilleri ve isimleriyle tanıtmıştır.

Mârifetullah denilen Allâh’ı (cc) doğru ve hakkıyla bilme en çok peygamberlerde tecellî etmiştir. Bu tecellînin sonucu hayâta mâsûmiyet / günahlardan kaçınmak olarak yansımıştır. Mârifetullahla ilgili durumu ve üzerindeki nîmeti Hz. Peygamber şöyle itiraf buyurmuştur: “Allâh’a (cc) yemîn olsun ki sizin içinizde Allâh’ı (cc) en iyi bileniniz benim; en takvâlı olanınız da benim.”2 Hadîs-i Şeriften de anlaşıldığı gibi mârifetin bedeli takvâlı olmaktır. Hadîsi tersinden okursak; “Takvâsı olmayan kimsenin mârifeti yoktur, eksiktir veya sahîh temellere dayanmamaktadır.” Buna göre, mârifetin tecellîgâhından olan ulemâ, Allah’tan en çok haşyet duyan insanlardır. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyette ifâde edilmiştir: “Allah’tan en çok âlim olan kulları haşyet duyar.”3 Haşyeti yalın bir korku olarak algılamamak gerekir. Haşyet: “Kulun, gelecekte hoşa gitmeyecek şeyler başına gelebilir endîşesiyle elem duyması veya Allâh’ı (cc) bilip O’nun yüceliğinden dolayı O’na mutlak saygı göstermesidir.”4 Böyle yüce bir rûhî durum ancak bilgi (mârifetullah) ile olabilir.5 Abdullah b. Mes’ud (r.a) bu durumu kavradığı için, âlimi târif ederken bilgi eksenli bir tanımlamaya gitmemiş ve şöyle bir tercihte bulunmuştur: “Âlim, çok âyet ve hadis bilen değildir. Âlim haşyetullâhı çok olan kimsedir.”6 Üst seviyede bir mârifetullah ile takvâ, haşyet, verâ, sabır ve yüksek tempolu bir çalışma arasında doğru orantı vardır.

Müşriklerin Allah Teâlâ’yı uzak ilâh olarak görmelerinden ve hayatlarının genişlik alanlarında O’na yer vermemelerinden dolayı Mekkî âyetler, Allâh’ı (cc) daha ziyâde işlevsel isimleriyle tanıtmıştır. Bu çerçevede “er-Rabb” ismine çokça yer verilmiştir. Daha önceden de beyân edildiği gibi Mekkî âyetlerde er-Rabb ismi e-70 oranında geçmektedir. Bu ismin kullanılış esprisi; “Yaratıp da istirahate çekilen (ilk muharrik), tikel ve tekil olaylardan habersiz câhil, tembel ve uzak tanrı anlayışı yerine; hayâtın tüm ayrıntılarına tümel, tikel ve bâzan da tekil kurallarla müdahale eden, mutlak ilim sâhibi sahîh ilâh anlayışını yerleştirmektir. Bu anlayışın sonucu olarak Allah (cc), insanların yemeleri, içmeleri, evlenmeleri, boşanmaları, hukukları, siyâsetleri, eğitimleri ve davranışlarına müdâhil olmuş ve insanların toptan (her şeyleriyle) Müslüman olmalarını”7 istemiştir. İnsanların, hayatlarını parçalamalarını reddetmiş; yaratma alanında Allah Teâlâ’yı kabûl edip de emir alanında O’nu kabûl etmemelerini yasaklamıştır. Emir alanında Allah Teâlâ’yı reddetmek en büyük şirk çeşitlerinden biridir.

Allah Teâlâ, Kendisini tanıtırken tüm evrene hükmeden tek varlık olduğunu defalarca vurgulamıştır. Âfâkî âyetler dediğimiz evrendeki uyum ve düzen, gezegenlerin yerleşimi, birbirleriyle olan ilişkileri, dünyâ ile olan mesâfeleri, tabiattaki olaylar arasındaki denge ve âhenk Allâh’ın (cc) birliğinin (ahadiyyet) yansımalarıdır. Ahadiyyetin tüm evrene yansımasından doğan âhenk, âyette şöyle dile getirilmiştir: “لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُون” “Yerde ve gökte Allah’tan başka bir ilâh daha olsaydı, yerin göğün düzeni bozulurdu.”8 Bu düzeni en iyi gören ve bilen “Allah (cc), melekler ve adâleti ayakta tutan âlimler şehâdet ederler ki Allah’tan başka ilâh yoktur.”9 Hz. Peygamber de geceleri kalkıp gökyüzünü temâşâ etmiş ve Âl-i İmran sûresinin son on âyetini okumuştur. “Bu âyetleri okuyup da bu âyetlerin içeriğini (âfâkî âyetleri) tefekkür etmeyene yazıklar olsun.”10 buyurmuştur. Zîrâ derin tefekkür îmanda müşâhedeyi doğurur. Bu konuyla ilgili olarak Cüneyd el-Bağdadî “Müşâhedeye dayanmadan ‘Allah (cc)’ diyenin iftirâcı olduğunu”11 söylemiştir. Bununla, mârifet ve yakînden kopuk köksüz bir îmânın, menfaatler ve baskılar karşısında insanı savrulmaktan koruyamayacağına işâret etmiş olabilir. Bu durumu bir vâkıa olarak gören Hz. Muhammed (sav), insanın îtikâdî savrulma sebebinin şahsiyet zayıflığı ve dünyâperestlik olduğunu şu hadîsinde açıklamıştır: “Kıyâmetin hemen öncesinde karanlık geceler gibi fitneler olacaktır. Bu zamanda, kişinin bedeninin öldüğü gibi kalbi de ölecektir. İnsan mü’min olarak sabahlayıp akşama kâfir olarak ulaşacaktır. Mü’min olarak akşamlayıp sabaha kâfir olarak çıkacaktır. (Bu tip) insanlar şahsiyetlerini ve dinlerini az bir dünyâ menfaati karşısında satacaklardır.”12 Böyle bir satışın sebebi cehâlettir. Allâh’ı (cc) yeterince bilmemektir.

Mârifet ve takvâ ile donanan bir mü’min inanç konularında azîmet fıkhı ile amel eder ve inancını hiçbir zaman pazarlık konusu yapmaz. Böyle bir îmânın sâhibi, oluşan Allah bilinci sâyesinde kendisinin sürekli denetlendiğini bilir. Şu ve benzeri âyetler gerçek mü’minin kılavuzudur: وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ” “Hakîkat şu ki insanı yaratan Biziz ve onun iç benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz; çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız.”13

Yukarıda anlatılan boyutta bir Allah bilinci ve bilgisi almayan ve hayâtı boşluklarla dolu olan bir kimse her türlü günâhı işlemeye yatkındır. Bunun en büyük kanıtı batı ve İslâm toplumları arasındaki zinâ ile ilgili suç oranlarıdır. Batıda fuhşun daha çok ve yaygın olmasının sebebi hayâtın genişlik alanına müdahalesi olmayan, işlenen cinsel suçların hukuksal karşılığı yerine papazın affıyla yok olacağını iddia eden din algısıdır. Böyle bir din algısına sâhip toplumlarda zinâ, gönüllülük temeline dayandığında suç olmaktan çıktığı gibi; herhangi bir müeyyidenin olmaması da zinâyı yaygınlaştırmıştır. Yukarıda yazdıklarımızın en önemlisi ve zinâya giden bütün yolların tıkanması, güçlü ve bilgi eksenli bir îmandan geçer. Allâh’a îman ne kadar kesin bilgiye ve onu görüyormuş gibi bir mârifete dayanırsa suç oranları da o denli yok olurlar. Suçları ve günahları yok eden etken Allâh’ı hakkıyla bilmektir.

 

Dipnotlar:

1 Bk. En’am 6 / 91; Hacc 22 / 73-74; Zümer 39 / 67.

2 Ahmed, Müsned, VI / 61.

3 Fâtır 35/28.

4 Cürcani, Târifât, s. 98.

5 el-İsfehanî, Müfredât, s. 283.

6 Yahya b. Sellâm, Tefsir, c. II, s. 786.

7 Bak: Bakara 2/208.

8 Enbiyâ 21/21.

9 Âl-i İmran 3/18.

10 Sabunî, Muhammed Ali, et-Tefsiru’l-vâdıhu’l-munîr, Beyrut 2006, s. 171.

11 Kalâbâzî, et-Ta’âruf, trc. Süleyman Uludağ, s. 156.

12 Ahmed, Müsned, III/452.

13 Kaf 50/16.

Paylaş: